Selvihan Kurnaz
KÖŞE YAZISI
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın BM Genel Kurulu’ndaki konuşması,
Türkiye’nin dünya meselelerine bakışını hem net hem de vicdani bir şekilde ortaya
koydu. Gazze’deki açlık krizinden Afganistan’daki yalnız bırakılmış halka, Doğu
Akdeniz’de adil paylaşım çağrısından iklim değişikliğine kadar Erdoğan, küresel
sorumluluk ve Türkiye’nin hassasiyetini tek tek aktardı. Kürsüde açlıkla mücadele
eden Gazze’lilerin fotoğraflarını göstermesi, sessiz kalan ülkelere vicdan
sorgulaması yaptırdı; Al Jazeera, Tasnim, Deutschland Funk ve ERT gibi dünya
medyası da bu mesajı haberleştirdi. Erdoğan, Filistin devletinin tanınması çağrısını
yaparak sadece diplomatik bir adım atmakla kalmadı, insan hakları ve hukukun
evrensel değerlerine dikkat çekti.
Afganistan’a dair açıklamaları, sahadaki gerçekleri göz ardı eden “ben yaptım
oldu” mantığının tüm insanlığa maliyetini açıkça gösterdi. Erdoğan, uluslararası
dayanışmanın önemini vurgularken, muhalefetin Türkiye’nin çıkarlarını
gözetmeden yaptığı eleştirilerin aksine, somut çözüm üretme yaklaşımını ortaya
koydu.
Doğu Akdeniz ve Kıbrıs konusunda yaptığı açıklamalar ise diplomatik bir dengeyi
yansıtıyordu. BM kürsüsünde yalnızca bir tarafın sesi duyulurken, Erdoğan eşitlikve diyalog çağrısı yaptı; Doğu Akdeniz Konferansı önerisinin hâlâ masada
olduğunu hatırlattı. İklim değişikliği konusunda ise Türkiye’nin hakkaniyete dayalı
yük paylaşımıyla öncü adımlar attığını ve Paris İklim Anlaşması’nı ulusal katkı
beyanı çerçevesinde Meclis’e sunacağını duyurdu.
Bu süreçte Türkiye’nin dış politikadaki başarıları, Afrika’dan Orta Doğu’ya,
Balkanlar’dan Güney Asya’ya kadar geniş bir etki alanı oluşturdu. Erdoğan’ın gerek
ABD Başkanı Donald Trump ile yürüttüğü görüşmeler gerekse diğer dünya
liderleriyle temasları, Türkiye’nin küresel arenadaki etkili rolünü ortaya koyuyor.
Ancak içeride muhalefet cephesinde durum farklı. CHP’nin Batılı kurumlara ve
kamuoyuna yönelik açıklamaları, çoğu zaman Türkiye’yi yurt dışına şikayet etme
olarak algılanıyor. Ulusal çıkarları önceleyen diplomatik adımlar, muhalefet
tarafından yıpratılmaya çalışılıyor; hatta kimi zaman Türkiye’nin artan prestijine
gölge düşürülebiliyor. CHP, eleştirilerini çoğunlukla şekil ve niyet üzerinden
yapıyor, somut bir alternatif üretmekten uzak kalıyor. Bu yaklaşım, kısa vadede
siyasi kazanç sağlasa da, uzun vadede hem muhalefete hem Türkiye’nin itibarına
zarar veriyor.
Özetle, Erdoğan BM kürsüsünde yalnızca eleştirileri yanıtlamakla kalmadı;
Türkiye’nin küresel sorumluluk ve vicdani duruşunu, diplomatik kararlılığını ve
insan haklarına olan bağlılığını gözler önüne serdi. Muhalefetin görevi sadece
iktidarı eleştirmek değil, ülkenin çıkarlarını önceleyen, milli ve gerçekçi bir
alternatif sunmaktır. Aksi takdirde, karşı olmak için karşı çıkmak siyasetin değil,
yalnızca kaosun aracı haline gelir.










